12. Sınıf CoğrafyaAYT Coğrafya

Geleceğin Dünyası

İnsanlık tarihi sosyal ve ekonomik açıdan gelişim aşamaları diyebileceğimiz üç dönüm noktası geçirmiştir. Bunlar;

İnsanı toprağa ve yerleşik düzene bağlayan tarım toplumuna geçişi, tarım toplumundan kitlesel üretimin tüketimin ve eğitimin önemli olduğu sanayi toplumuna geçişi, kitlesel refahın, bilginin ve nitelikli insanın önem kazandığı bilgi toplumuna geçiştir.

Günümüzde birçok değişim ve dönüşüm yaşanmaktadır. Bu değişimlerin en önemlisi teknolojide yaşanan hızlı gelişmelerdir.

Küreselleşme olgusunu meydana getiren faktörler arasında en belirleyici olanı teknolojidir. Teknolojinin etkisi sadece teknik alanla, teknik ürünlerle sınırlı kalmamaktadır.

Teknoloji; başta ekonomi olmak üzere sosyal, kültürel ve siyasal alanları etkilemektedir. Bu etkiler yalnız belli sınırlar içinde kalmayıp uluslararası boyutlarda yaşanmaktadır. Bu belirlemeden de çıkarılabileceği üzere çağımızda uluslar, bütün güçlerini teknolojik üstünlük kurmaya yönelik organize etmişlerdir.

Geçmişten Geleceğe Dünya Nüfusu

Dünyanın nüfuslanma sürecinde teknolojinin gelişmesiyle insan ömrü uzamıştır. Ortalama insan ömrünün uzaması nüfus artışını da beraberinde getirmiştir. Dünya nüfusu,10-13 bin yıl önce 80 milyon iken 1800’lü yıllarda bir milyarı geçmiş, 30 Ağustos 2021 itibariyle toplam dünya nüfusu yaklaşık 7.892.186.000 olmuştur. Bu nüfusa yeni doğumlarla yılda ortalama 80 milyon insan katılmaktadır.

Dünya nüfusunun ortalama artış hızı %1,7’dir. Uzmanlar 2075 yılında dünya nüfusunun 10 milyar civarında olacağını tahmin etmektedir.

Dünya nüfusunun bu denli hızlı artmasına karşı başta gıda, enerji, tatlı su, yerleşilecek alan ve güvenlik gibi tüm insanlığı ilgilendiren konularda çözüm üretmek amacıyla çeşitli projeler geliştirilmektedir.

Yaşam Kaynağımız: Suyun Geleceği

Hızla artan dünya nüfusunun en büyük sorunlarından biri kullanılabilir tatlı su ihtiyacıdır. Su, yerine başka bir maddenin ikame edilemeyeceği sınırlı bir doğal kaynaktır. Sağlıklı suya ulaşmak, her şeyden önce temel bir insan hakkı olarak değerlendirilmelidir.

Su kıtlığının ortaya çıkaracağı sorunların başında çölleşme gelmektedir.

BM, mevcut su tüketimi eğilimlerini göz önüne alarak 2025 yılına kadar su kıtlığı yüzünden 700 milyondan fazla kişinin göç riski altında kalabileceğini tahmin etmektedir.

Su sorununun çözümünde yağmur suyu toplama yapılarının benimsenmesiyle yağmurun her damlasının depolanması ve kullanımı sağlanabilir. Bununla beraber fazla su, uygun tasarımlarla çevredeki alanlara (havaalanı, statlar, belediye parkları vb.) dağıtılarak etkin bir şekilde kullanılabilir.


Uzmanlar, kullanılabilir tatlı su kaynaklarının azalmasına karşı deniz sularının arıtılmasının tam anlamıyla sağlıklı sonuçlar vermemesi ve bu işlemin maliyetinin de yüksek olmasından dolayı akıllı arazi düzenlemesinin ve su tasarrufunun en önemli çare olduğu konusunda hemfikirdir.

Gelecekte Şehir ve Yerleşme Nasıl Olacak?

Günümüzde gelişmiş ülkelerdeki şehirleşme oranı, ülke nüfusunun 3/4’ünü bulmaktadır. Mevcut gelişmeler, gelecekte dünya nüfusunun büyük bir kısmının şehirlerde yaşayacağını göstermektedir. Özellikle Dünya nüfusunun önemli bir kısmı bazı büyük şehirlerde toplanacaktır.

Kentlerin nüfusunun artması, birçok sorunu beraberinde taşımaktadır. Bu sorunların başında artan nüfusun ihtiyaçları karşılayamaması gelmektedir. Şehirler, bir süre sonra doğal büyümelerinin son sınırına dayanacaktır. Bu durumda, apartman yaşamı, altyapı sorunu, gürültü, kirlilik, trafik vb. sorunlardan dolayı kentlerin çekiciliğini yitireceği sonucuna varılabilir. Bu konudaki en önemli ipucu, gelişmiş ülkelerde yaşam alanlarının, şehir dışındaki sakin alanlara taşınmasıdır. Bu da bizi, gelecekte kentsel yerleşim birimlerinin çevresinde daha elverişli koşullara sahip, planlı ve daha az sorunlu yerleşmelerin şehirlere ekleneceği sonucuna götürmektedir. Günümüzde büyük şehirlerin çevresinde bu tür yerleşmelere rastlamak mümkündür.

Ekonomik faaliyetlerin merkezi durumunda bulunan şehirler, sunduğu farklı zenginlikler ile günümüzde olduğu gibi gelecekte de en gözde yerleşme merkezleri olacaktır. Öyle ki nüfusun 2050 yılında 9 milyara çıkması, şehirlerde yaşayan nüfusun ise dünya genelinde 6 milyara erişmesi beklenmektedir.

Şehirler, yerleşme anlamında artık doğal sınırlarına ulaşmıştır. Şehir yerleşmelerinde sera gazları emisyonunun fazlalığı, küresel iklim değişikliğinin yansımaları, tarım alanlarının ve ormanların tahribi ile artan ekolojik sorunlar insanların bunlara karşı daha güçlü tedbirler almasını zorunlu hâle getirmiştir. Bu tedbirlerden biri, şehirlerin dikey doğrultuda büyümesidir. Bu çözüm, kendi içerisinde birtakım sorunları da beraberinde getirdiğinden ekolojik ortamın korunması adına kalıcı bir yöntem olarak görülmemektedir.

Nüfusun şehirlerde toplanması, sanayi tesislerinin şehir içlerinde kalmasına neden olmaktadır. Sanayi kuruluşlarının bacasından ve motorlu taşıtların egzozundan çıkan zehirli gazlar hava kirliliğine yol açtığı gibi bu esnada çıkan gürültü de insanların sinir sistemini olumsuz yönde etkilemektedir. Asit yağmurları da havayı, suyu ve toprağı etkileyerek doğanın tahribine neden olmaktadır.

Çin’de hayata geçirilmesi planlanan ve şehirsel hava kirliliğini ortadan kaldıracak projelerden biri olan “yüzen deniz anası”, teknik olarak aerokist denen cihazlardır. Bu cihazlar sayesinde yaşanmaz hâle gelen kentsel gökyüzü, asitli kirleticilerden arındırılacak, asit yiyen bu deniz analarında kullanılan sular, tekrar arındırılarak kullanılabilir hâle getirilecektir.

Geleceğin Konutlarına Bir Örnek: Kapsül Kulesi

Dünya nüfusunun sürekli artması, yaşam alanlarının sıkışması ve doğal kaynakların azalış göstermesi gibi
sorunlardan dolayı gelecek yıllarda evlerin kapsül dairelere dönüşmesi olasıdır.


Bir yaşam biçimi olarak dar alanların seçimi ilk olarak Japonya’da başlamıştır. Evlerin metrekare bazında
fiyatlarının artması insanların küçük dairelerde yaşamasına yol açmıştır. Kapsül evler ve stüdyo daireler insanların
banyo ve mutfak gibi zorunlu ihtiyaçlarını karşılayabileceği küçük ünitelerden oluşmaktadır.

Tarımın Geleceği: Dikey Çiftçilik

Tarım, genellikle kırsal alanlarda yapılan bir etkinliktir. 2050 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun 9 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu da küresel gıda ihtiyacını karşılamak için en az %70 daha fazla üretim yapmayı gerektirecektir. Bu yüzden bilim insanları, çözüm olarak dikey çiftçilik modelini geliştirmektedir.

Dikey tarım da denen bu modelde çiftçilerin ürettiği tarım ürünlerinin şehirlere taşınması yerine tarımsal üretim şehirlerde yapılır. Bu tarım yönteminin şehirlerde gerçekleştirebilmesi için mimarisi özel olarak tasarlanmış binalara ihtiyaç vardır. Bu binalarda modern yöntemleri kullanan ziraat teknikerleri çalışır. Böylelikle tarım ürünlerinin taşınması esnasında kaybedilen enerji ve zaman israfını önlemenin yanında kullanılan suyun geri dönüşümüyle büyük bir enerji tasarrufu da sağlanacaktır. Bu yöntemle amaçlanan, birim alandan yıl boyu en yüksek verimi ve ürünü elde etmektir.

Geleceğin Ekonomisi

Kaynakların toplum gereksinimlerine ve isteklerine bağlı olarak üretilmesi olarak adlandırılan ekonomi, değişen dünyamızda bugünden çok farklı olacaktır. Küreselleşme ve yüksek teknolojilere bağlı olarak ticari örgütlenme artacak, dünya büyük bir pazar hâline gelecektir. Yeni sisteme ayak uyduran firmalar ve ülkeler, gelişimlerini devam ettirirken bunu sağlayamayanlarda küreselleşmeye bağlı olarak işsizlik ve fakirlik artacaktır.

Yeni ekonomide dijital dönemin getirdiği yenilikler önemli rol oynamaktadır. Yeni ekonomide üretici ve tüketici arasındaki aracılar, dijital iletişim ağları sebebiyle ortadan kalkacaktır. Aracı işletmeler, yeni işlevler üstlenmez ve kişiler buna yeni değerler atfetmez ise geçerliliklerini yitireceklerdir.


Dijital veriler üzerine kurulmuş bir ekonominin ilkesi, yenilik ve yaratıcılıktır. Günümüzün rekabetçi ortamında başarıyı sağlamak için yaratıcı fikir ve yaklaşımlar ile yeni ürünler ortaya konulmalıdır. Yeni ekonomide eğer başarılı bir ürün geliştirilmiş ve piyasaya sürülmüş ise bu ürünün daha gelişmiş bir modelinin üretilip ilk ürünün popülerliğinin azaltılması hedeflenir.


Çağımızda klasik üretim anlayışından farklı olarak bilgi, yeni fikirler ve teknolojik gelişmeler merkeze alınarak ekonomik büyüme gerçekleşir. Modern ekonominin en önemli lokomotifi olan nitelikli iş gücü için iyi bir eğitim şarttır. Gelişmiş ülkeler eğitim için gerekli kaynağı ayırıp iş gücünün kalitesini artırarak ekonomilerini büyütürken gelişmekte olan ülkeler, eğitime yeterli kaynak ayıramadığından ekonomik anlamda dezavantajlı durumdadır. Artık ülkeler çağı yakalamak için eğitim kurumlarında küçük yaşlardan itibaren endüstri 4.0, kodlama ve yazılım gibi konuları müfredatlarına entegre etmektedir.

Teknolojik Değişimler ve Doğa Etkileşimi

Günümüzde ulusların büyük bir bölümü güçlerini teknolojik üstünlük kurmaya ve bunu kalıcı kılmaya harcamaktadır. Küreselleşmeyi meydana getiren faktörler arasında en belirleyici olanı teknolojidir. Uzak olanı yaklaştıran, görünmeyeni gösteren teknoloji insanların yaşamında büyük değişikliklere yol açmakta, insanların hayat standardını yükseltmekte ve yaşamlarını kolaylaştırmaktadır. Bununla birlikte teknoloji, doğanın kullanımı ile insan yaşamına getirdiği birçok olumlu gelişmenin yanında olumsuz sonuçlara da sahiptir.

Yapay Zekâ

Hayatımıza pek çok değişimi getireceği öngörülen teknolojik gelişmelerden birisi de yapay zekâdır. Yapay zekâ, insan varlığında gözlemlediğimiz ve “akıllı davranış” olarak adlandırdığımız davranışları gösterebilen bilgisayarlardır. Şöyle ki bu bilgisayarlardan bazıları konuşulanları anlayabilmekte, ilgili komutları yerine getirip ona göre cevap verebilmektedir.
Aynı zamanda tanımlanan işlevleri yerine getirecek program üretmesi de sağlanabilmektedir.


Yapay zekâya sahip donanımların getirdiği değişimlerden biri de hukuk alanındadır. Başta ticari şirketler olmak üzere tüm çevrelerce kullanılması beklenen akıllı sözleşmeler sistemi; şifreli oluşu, hiçbir devlete, şirkete veya şahsa ait olmaması, şeffaf olması, aracı kişi veya kurumlar ile bu aracılara ücret ödenmemesi gibi özelliklere sahip olduğundan
cazibesini daha da artırmaktadır.


Yapay zekâ desteği ile hiçbir hukuk veya yazılım bilgisine ihtiyaç duyulmadan hukuken bağlayıcılığı olan bir “akıllı sözleşme” oluşturulabilir.

Sağlık alanı, yapay zekânın en yaygın kullanıldığı alanlardan biridir. Hastaların tahlil ve tetkik işlemlerindeki hataları azaltmak ve işlem maliyetlerini düşürmek için kullanılan yapay zekâ teknolojileri, karmaşık tıbbi verileri analiz etmenin yanında hastaların bakım ve tedavi süreçlerinde daha iyi hizmet verebilme için geliştirilmektedir.

Uzay Madenciliği

Dünya nüfusunun hızla artması ve doğal kaynakların hızla tükenmesi nedeniyle yeni kaynakların aranması zorunlu hâle gelmiştir. Dünyadaki doğal kaynaklar artan ihtiyaçlara yetmediği için uzay madenciliği gündeme gelmiştir. Uzaydaki asteroitlerden maden elde etmeye dayalı madencilik çalışmaları uzay madenciliği olarak adlandırılır.


Günümüzde endüstride en çok kullanılan ve ekonomik değeri yüksek olan bakır, kalay, çinko, gümüş, kurşun ve altın gibi maden rezervlerinin önümüzdeki yüz yıl içerisinde tükeneceği tahmin edilmektedir. Üretimi giderek azalan platinyum ve kobalt gibi değerli elementlerin asteroitlerden çıkartılıp Dünya’ya getirilmesi uzmanlar tarafından düşünülmektedir. Araştırmalara göre en yakındaki 500 tonluk bir gök taşına uzay aracını gönderip ihtiyaç duyulan madenleri Dünya’ya getirmek, 6 ile 10 yıllık bir süre içinde gerçekleşebilir. Tek bir asteroitten maden elde etmenin
maliyetinin 2,6 milyar dolar olabileceği hesaplanmıştır. Değerli madenlere sahip olan gök taşlarından çıkartılabilecek
demir, nikel, titanyum, altın, manganez, paladyum ve tungsten gibi madenlerin getirisinin yakın bir gelecekte trilyon dolara ulaşabileceği tahmin edilmektedir. Yoğun demir cevheri olan bir gök taşındaki madenin çıkartılması durumunda dünyadaki yıllık demir üretiminin 2-3 katı büyüklüğünde demir elde edilebilecektir. NASA tarafından tespit edilen 16 Psyche (Sayki) adlı gök taşında Dünya’nın demir ihtiyacının büyük bölümünü karşılayabilecek kadar demir olduğu bilinmektedir.

Uzaydan getirilecek madenlerin taşıma maliyetinin oldukça yüksek olacağı düşünülmektedir. Şirketler, uzay madenciliğindeki maliyeti düşürebilmek için çeşitli projeler üretmektedir. Bu projelere; asteroitlere robotlar göndererek birkaç ton üzerinde maden getirilmesi, küçük boyutlardaki asteroitleri Dünya’ya getirecek farklı bir sistem geliştirilmesi veya uzay gemileri ile madenin uzay araçlarında işlenerek getirilmesi birer örnektir.


Günümüzde uzay madenciliği projelerinin gerçekleştirilmesi, zor ve çok maliyetli olmakla beraber yakın bir gelecekte bu sektörün trilyon dolarlara ulaşabileceği öngörülmektedir. Uzay madenciliği, uzay kaynaklarının ülkeler ve şirketler tarafından kullanılmasıyla ilgili hukuki tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

Ne kadar yaşayacağız?

Uzmanlara göre insanlığın 2100 yılına kadar yaşama şansı sadece %19’dur. Ancak birçok araştırma bu riskin çok daha az olduğunu hesapladı. Princeton (Pirınstın) Üniversitesinden astrofizikçi J. Richard Gott’a (Riçırt Gat) göre insanlık 5.100 ila 7,8 milyon yıl daha yaşayacak. Bugüne dek bulunan fosiller incelendiğinde ise her memeli türünün ortalama 1 milyon yıl yaşadığı ortaya çıktı. Bazı türler bunun 10 katı fazla yaşıyor. Kaliforniya Üniversitesinden coğrafyacı Jared Diamond (Ceri Daymınd) ise toplumların artık izole olmadığını, örneğin bir salgın durumunda yaşama şansının bilgiye ulaşım kolaylaştığı için daha fazla olduğunu düşünüyor. Bunun dışında dünya nüfusu arttıkça insanlığın yok olma riski gittikçe düşüyor.

-Her 300 yılda bir Dünya yakınında bir yıldızın ölüm anı olan süpernova patlamasının yaşanma riski bulunuyor. Kansas’ta (Kenzıs) bulunan Washburn (Vaşbörn) Üniversitesinden Brian Thomas (Bırayn Taamıs) böyle bir felaketin ozon tabakasının büyük kısmını yok edeceğini söylüyor. Yayacağı radyasyon nedeniyle insanların büyük kısmında kanser görülebilir ancak felaketin kesin olarak meydana gelip gelmeyeceği belli değil.

-100 bin yıl içinde 400 metre çapında bir gök taşı, Dünya’ya çarpabilir ancak bu felaket gezegenin tamamını değil sadece Fransa büyüklüğünde küçük bir ülkeyi yok edecek.

Nerede yaşayacağız?

Geleceğe yönelik yapılan felaket tahminleri, Dünya’nın büyük kısmının su altında kalacağını gösteriyor. New Orleans (Niv Orlıns), Şanghay, Miami (Mayami) gibi kıyı kentleri su altında kalacaklar arasında görülüyor. İklim Değişim Paneli’ne göre sera gazı salınımı 2100 yılına kadar artarak devam edecek ancak daha sonra hızla azalmaya başlayacak. 2100 yılına
kadar hava sıcaklığının ortalama 4 derece artacağı düşünülüyor. 23. yüzyılda ise bu oran 5 dereceye kadar yükselecek. Bundan sonra yeryüzünün sadece 1 derece soğuması tam 3 bin yıl alacak. Grönland ve Batı Antarktika buz tabakaları gelecek 1000 yıl içinde eriyecek. Böylece deniz seviyesi 10 metre yükselecek. Tüm bunlar göz önüne alındığında insanların yeni yaşam alanları bulması gerekiyor. Tokyo, Londra, New York gibi büyük kentlerin de su altında kalması ve
dünyanın ısınmasıyla yeni yaşam alanları açılacak. Kuzeyde eriyen buz tabakalarının altındaki kara parçalarında ekim yapılabilecek. Antarktika ormanlarla dolacak. Yeryüzünün eski hâline getirilmesi de mümkün ancak bu binlerce yıl sürecek.
-Küresel ısınma nedeniyle Hawaii’de, gelecek 100 bin yıl içerisinde yeni bir ada doğacak. Torunlarımıza ne kalacak?

  • Bundan 100 bin yıl sonra geçmişi araştıracak arkeologlar çok fazla iz bulamayacak. İnsanların çok az bir kısmı fosile dönüşecek. Fosile dönüşmek için kalsiyum açısından zengin göletlere veya mağaralara gömülmek gerekiyor. ABD Ulusal Tarih Müzesinden Kay Behrensmeyer (Key Berinsmaya), gelecekte izlerine rastlanacak cesetlerin bir kısmının da volkan külleri altında kalmış veya tsunami nedeniyle sürüklenerek okyanuslara gömülenler arasından çıkacağını söylüyor. 100 bin yıl sonra hâlen ayakta kalacak binalar da oldukça nadir. Bunların arasında Finlandiya’daki Olkiluoto (Olkilivodo) Nükleer Santrali bulunuyor. Seramik ve titanyumdan oluşan eşyalar da 100 bin yıl sonra hâlen yeryüzünde bulunacak.

İlgili İçerikler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir